NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
قُتَيْبَةُ
بْنُ سَعِيدٍ
الثَّقَفِيُّ
وَمُحَمَّدُ
بْنُ
الْمُتَوَكِّلِ
الْعَسْقَلَانِيُّ
الْمَعْنَى
وَاحِدٌ
أَنَّ
مُحَمَّدَ
بْنَ يَحْيَى
بْنِ قَيْسٍ
الْمَأْرِبِيَّ
حَدَّثَهُمْ
أَخْبَرَنِي
أَبِي عَنْ
ثُمَامَةَ
بْنِ شَرَاحِيلَ
عَنْ سُمَيِّ
بْنِ قَيْسٍ
عَنْ شُمَيْرٍ
قَالَ ابْنُ
الْمُتَوَكِّلِ
ابْنِ عَبْدِ
الْمَدَانِ
عَنْ
أَبْيَضَ
بْنِ حَمَّالٍ
أَنَّهُ
وَفَدَ إِلَى
رَسُولِ اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَاسْتَقْطَعَهُ
الْمِلْحَ
قَالَ ابْنُ
الْمُتَوَكِّلِ
الَّذِي
بِمَأْرِبَ
فَقَطَعَهُ
لَهُ فَلَمَّا
أَنْ وَلَّى
قَالَ رَجُلٌ
مِنْ الْمَجْلِسِ
أَتَدْرِي
مَا قَطَعْتَ
لَهُ إِنَّمَا
قَطَعْتَ
لَهُ
الْمَاءَ
الْعِدَّ
قَالَ فَانْتَزَعَ
مِنْهُ قَالَ
وَسَأَلَهُ
عَمَّا
يُحْمَى مِنْ
الْأَرَاكِ
قَالَ مَا
لَمْ
تَنَلْهُ
خِفَافٌ وَقَالَ
ابْنُ
الْمُتَوَكِّلِ
أَخْفَافُ الْإِبِلِ
Ebyaz b. Hammel'den
(rivayet olunduğuna göre) Kendisi Rasûlullah (s.a.v.)'e gelmiş ve (ondan)
tuzlayı, kendisine bağışlamasını istemiş İbn Mütevekkil (burasını) Mearib deki
tuzla diye rivayet etti. (Hz. Nebi de) tuzlayı ona bağışlamış (Ebyaz dönüp
gidince) meclisden bir adam "Ona neyi bağışladın biliyor musun? hazır ve
kesilmeyen suyu bağışladın!” demiş, Bunun üzerine (o tuzlayı) Ebyaz'dan geri
almış (Ebyaz bu defa) Hz. Nebiden erak ağaçlarından oluşan Ma'mur arazinin
kendisine bağışlanmasını istemiş (Hz. Nebi de) deve) ayakların(ın) erişmediği
yerleri" (verebilirim) buyurmuş İbn Mütevekkil (ise bu kısmı) "deve
ayakları" (nın değmediği uzak yerler şeklinde) rivayet etti.
İzah: Tirmizi, ahkâm, İbn
Mace, rehine (2475)
AÇIKLAMA:
Bu hadis-i şerif, sıvı
veya yeryüzüne çıkmış yada yer kabuğuna çok yakın olan madenlerin şahsi
işletmeye verilemeyeceğini söyleyen bazı fıkıh âlimlerinin delilini teşkil
etmektedir.
Bu görüşte olan
âlimlere göre, Hz. Nebiin, Hz. Ebyaz'a vermiş olduğu bu tuzlayı geri almasının
sebebi onun kaynağı hiç kurumayan ve zahmetsizce elde edilen bir maden
olmasıdır.
Mezheb imamlarından
imam-ı Şafiî, sıvı ve açık madenlerin ihya için şahıslarca çevrelenmesine karşı
olduğu gibi, yerin derinliklerinde değilde açıkta, olan diğer madenlerinde
işletime verilmesine karşıdır. Ona göre bu tür madenler şahsi tekel altına
alınamaz.
Şafiîye göre; göller
yapıp tuzlu su doldurmak suretiyle bir yerden tuz elde edilebilecekse orası
iktâ olarak (işletmeye) verilebilir. Çünkü bu iş daimi bir çalışmayı
gerektirir. Çalışma olmadan tuz elde edilemez. Şafii'nin burada külfet
esasından hareket ettiği açıktır. Çünkü tuzla yapıp tuz elde etmek, kendi
kendine oluşan tuz madenine benzemez.
Hanbelilerden İbn
Kudame'nin tuzla hakkındaki görüşü de imam Şafiî'nin ki gibidir. Ona göre de
devlet başkanı böyle bir yeri ikta olarak verebilir. Ve burasını ihya etmiş
olan, mülkiyyetini elde etmiş olur. Aslında İbn Kudâme, sıvı madenlerin ve tüm
açık madenlerin ihya ile mülkiyetlerinin elde edilemeyeceği ve işletmeye de
verilmeyecekleri kanaatındadır. Ancak bir arazinin ihya ile mülkiyeti elde
edildikten sonra orada, ister derinde olsun ister açıkta olsun katı bir maden
bulunursa İbn Kudâmeye göre, bu maden az önce temas ettiğimiz gibi arazi
sahibinin olmaktadır. İbn Kudame'den önce İmam Şafiî aynı şeyi söylemektedir.
Ona göre bir kimse arazi iktası alıp ihya eder de orada maden bulursa, işlediği
müddetçe ona mâlik olur.
İmam Malik (179 H/795
M) açık madenlerde şahsi mülkiyeti kabul etmediğinden bunların idare ve
işletmeye verme haklarının da devletin olduğu rey ve ictihadındadır.
Maverdi; Cevheri arz üzerinde
görünür durumda olan; sürme, tuz, zift, neft ve benzeri-madenlerin, su gibi
olduklarından işletmeye verilmelerinin caiz olmadığı görüşündedir. Herkes bu
madenlere ortak olduğundan diğer insanların da onlardan pay almaya hakları
vardır. Maverdinin muasırı Ferrâ (ö 458)nin görüşü de aynıdır. Corci Zeyan
Mâverdi'ye dayanarak; açık olup ihracı fazla zahmetli olmayan sürme, tuz, neft
ve zift gibi madenlerin hiç kimseye ihale edilmeyerek herkese
mübah"tutulduğunu, diğer madenleri ise, devletin 1/5 kendisine ait olmak
üzere isteyenlere ihale edebileceğini yazar.
Görüldüğü gibi İslâm
hukukçuları yeryüzüne çıkmış açık madenlerin ikta olarak verilemeyeceği
görüşünde birleşmişlerdir. Çağımızda bazı müellifler de eserlerinde
müctehidlerin bu görüşlerine yer vermişlerdir. Şah Veliyullah ed-Dihlevi (Ö
1176 H/1762) halk menfaatına aykırı ve halkı eziyete sürekle-diğinden yeryüzVne
yakın ve çıkarılması fazla çalışma ve masraf gerektirmeyen madenlerin
şahıslara verilemiyeceğini söylemektedir.
Derindeki (Kapalı) Madenler
Yerin derinliklerinde
olan katı madenlere gelince, bunların ikta olarak verilip verilemiyeceği
ihtilaflıdır. Ancak yukarıdaki sıvı ve açık madenler hakkındaki hükümlere
bakılırsa genellikle bunların şahsa verilebileceğinin kabul edildiği anlaşılır.[Yeniçeri
Celal, İslâm İktisadının Esasları, 79, 80.]
Hanefî âlimlerinden
Serahsi'nin açıklamasına göre, hanefilerde su, neft ve civa gibi sıvı madenleri
ve herhangi bir müdahale olmadan kendi kendine kaynağından fışkırıp gelenlerin
tümü su hükmündeki madenleri toplumun müşterek malı saymışlardır. Onları bu
içtihada vardıran delil, Rasûlullah
(s.a.v.)in "müslümanlar üç şeyde ortaktırlar; Suda, otta ve
ateşte..."[İbn Mâce, rehine] mealindeki hadis-i şeriflerdir.[Serahsi
el-Maksut 11-212.]
Nitekim mevzumuzu
teşkil eden hadis-i şerifte anlatılan, Hz. Peygamberin, Hz. Ebyaz'a verdiği
tuzlayı içersinde kendiliğinden devamlı olan bir su bulunduğu için geri alması
da, kendiliğinden akan su hükmündeki kaynakların özel işletmelere
verilemeyeceğine delalet etmektedir.
Hanefîlere göre:
"Maden toprağın bir parçası olduğundan arazinin hükmüne tabidir. Yer
altındaki eski eserler ve hazine (kenz) ler ise toprağın bir parçası
değillerdir. Bundan dolayı bir kimsenin mülkü olan arazisinde, arsa ve evinde
yahut iş yerinde bulunan madenin 5/4'ü, kimin tarafından bulunursa bulunsun o
yerin sahibine aittir. Madenin, arazinin bir parçası olarak görülmesi ve yer
altındaki hazinelerle eski eserlerin de toprağın parçası olarak düşünülmeyişi,
beraberinde bazı hükümler getirmiştir. Bunun için bazı hanefîler, arazinin
satışı ile içindeki madenin de müşteriye intikal ettiğini kabul ettikleri
halde, topraktan bir parça olmaması sebebiyle aynı hükmü hazine için kabul
etmemişlerdir.[Yeniçeri Celal, İslâm İktisadının Esasları, 72, 73.]
Bezlü'l-Mectıûl
yazarının açıklamasına göre, metinde geçen "deve ayaklarının erişemediği
uzak yerleri sana verebilirim" sözü hayvanların otlatılması için bir
beldenin ihtiyaç duyduğu yerleri ve bu gibi yerlerin yakın çevrelerini özel
işletmeye vermenin caiz olmadığım ifade eder. Ancak buralardan uzak olan ve
hayvanların otlamasına yaramayan yerler, Özel işletmeye verilebilir. Bu hadis-i
şerif hükmünde hata eden bir hakimin bu hükmünden dönebileceğine ve merada
yetişen otların araziye ait olup kimsenin tekelinde olmadığına delalet
etmektedir.